Hurafeler- Bölüm 1: Allah'la Kul Arasına Kimse Girer mi?
Anasayfa 111 » Kur'ân'daki İslam » Hurafeler- Bölüm 1: Allah'la Kul Arasına Kimse Girer mi? ---

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’i bütün insanlık için bir hidayet rehberi, bir nur ve bir rahmet olarak indirmiştir. Her âyetin lâfzi mânâsının yanı sıra 7 tane de ruhu vardır. Ve onların tevilini ancak ulûl’elbab olanlar ( daimî zikrin ve sır hazinelerinin sahipleri) yapabilirler. 

3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi). Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: "Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır" derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir). 

Kişinin âyetlerin tevilini yapabileceği noktaya ulaşması, yani ulûl’elbab olabilmesi için 28 basamaklık İslâm merdiveninin 26.basamağında daimî zikre ulaşması (nefsini halis kılması) gerekmektedir. 

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı). Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru. Daimî zikrin sahbi olan kişi 4 vasıf 3 de sonuç şartının sahibidir.  

  • Daimî zikirdedir, nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır.
  • Devamlı hayır kazanmaktadır.
  • Kalp gözü açılmıştır
  • Kalp kulağı açılmıştır.
 
  • Ehl-i hikmettir.
  • Ehl-i hükümdür.
  • Ehl-i hayırdır.

 Bu 7 vasfı sebebiyle âyetleri tezekkür etme yetkisi ulûl’elbabındır. Onlar, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri olmuşlardır. O halde bu vasfa sahip olmadan âyetleri yorumlayanlar korkunç bir yanılgının içerisine girmişlerdir ve bugün insanlık 7 safha 4 teslimden haberdar olmayan dîn öğreticileri sebebiyle cehenneme doğru yol alamaktadır.

İslâm, teslim demektir. Ve bu teslimin ilk adımı kalben Allah’a ulaşmayı dilemektir.  

1.BÖLÜM: İRŞAD YOLU VE GAYY YOLU 

Allah’a ulaşmayı dilemekle başlayan ve kişinin iradesini Allah’a teslim ederek irşada mezun ve mezun kılınmasıyla nihayetlenen 28 basamaklık dizayn, Kur’ân’daki İslâm’ın bütününü oluşturmaktadır. İşte bu bütünün yaşanması, üç vücut, serbest irade ve akıl standartlarındaki insanın 4 ayrı cepheden hidayetini ifade etmektedir (ruhun, vechin, nefsin ve iradenin hidayeti). Kaldı ki hidayet ve dalâlet Allahû Tealâ’nın insanlık için seçtiği dîni yaşantı içinde birbirinden kesin olarak ayrılmış iki yoldur.

 

Tâhâ Suresinin 123.âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, her zaman parçasında yaşayan insanlara hidayetin geleceğini (başlangıç noktasında bütün insanlar dalâlettedir) ve ancak hidayeti dileyenlerin dalâletten kendilerini kurtaracağını açıkça ortaya koymaktadır.

 

20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.

(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

 

Âyet-i kerimede görüldüğü üzere hidayet ve dalâlet birbirinden kesin olarak ayrılmıştır. Ve bu iki ana kavram, kişi için kesinleşmiş iki yoldan birini ifade etmektedir.

 
  1. Rüşd (irşad) yolu
  2. Gayy yolu.  

7/A'RÂF-146: Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.

7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhirati habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr eden kimselerin amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır (karşılık verilir)?

Rüşd yolu ve gayy yolu! İşte bu iki yol birbirinden kesin çizgilerle ayrılmıştır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o irşad yolunu seçmiş ve Allah’tan kopması mümkün olmayan bir kulba sarılmıştır.

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir. Ar’âf Suresinin 146. ve Bakara Suresinin 256.âyet-i kerimelerinden açıkça anlaşılmaktadır ki kişi bu iki yoldan birindedir. Üçüncü bir alternatif hiç kimse için söz konusu değildir. Bakara-257’ye göre Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah o kişinin dostudur ve onu zulmetten nura çıkarır. Kim de Allah’a ulaşmayı dilememişse o,  şeytanın dostudur.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

  • Bakara Suresinin 186.âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bütün insanları irşada davet etmektedir.
 2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî, fe innî karîb(karîbun), ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî vel yu’minû bî, leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar). 

Görüyoruz ki rüşd yolu; irşad yolu Allahû Tealâ’nın bütün insanlık için emrettiği temel hedeftir. Böyle bir hedefin oluşabilmesi, irşad müessesesinin ve irşadı içinde barındıran hidayet kavramının Kur’ân’daki muhtevasıyla anlaşılmasına bağlıdır. Günümüz İslâm tatbikatında ne yazık ki irşad kelimesi de mürşid kelimesi de, gayy yolu ve irşad yolu gibi tamamen hurafelere dayalı bir öğreti ile insanlara empoze edilmektedir. 

Kur’ân-ı Kerim’in iki ana kavramı olan Sıratı Mustakîm ve hidayet kavramları gibi irşad kavramı da doğru yol olarak nitelendirilmekte, Kur’ân’a tamamen aykırı olan bu öğreti sonucu, insanlar sonsuz bir cehennem azabına sürüklenmektedir.

Bu üç ana kavrama ait dînimize sokulan doğru yol zannı, Allah’a istikametlenmiş olan yoldan ve o yola ulaşmanın farziyetinden bütün inananları men etmektedir. Hâlbuki Allahû Tealâ’nın irşad yoluna girmedikçe, îmânı sebebiyle hiç kimsenin kurtuluşa ulaşması mümkün değildir.

Asırlardır süren bir yozlaşmanın sonucu olarak İslâm’ın 5 şartını yaşamakla kendilerini doğru yolda zanneden milyonlarca insan, korkunç bir aldanışın içinde ömür tüketmektedirler.

Oysaki Allah’ın kanunu açık ve kesindir.

İnsanı Allah’a götüren irşad yoluna adım atmak için (başlangıçta herkes gayy yolundadır), kişinin kendi serbest iradesiyle Allah’a ulaştıracak olan irşad yolunu, hidayet yolunu dilemesi gerekmektedir.

76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren).
Muhakkak ki Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah'a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.

2. BÖLÜM: İRŞAD NE DEMEKTİR? İRŞADA ULAŞMAK NASIL GERÇEKLEŞİR?  

İrşad, rüşd, raşid, mürşid ve mürşidîn kelimeleri, hepsi aynı kökten gelen kelimelerdir.

 

Sözlük anlamı itibariyle irşad; doğru yol demektir.

Kur’ân-ı Kerim’e göre ise irşad; Allah ile insan arasındaki 28 basamaklık olgunlaşma merdiveninde 7 safha ve 4 teslimin öğrenilmesi ve yaşanmasıdır.

  1. Allah'a ulaşmayı dilemek. 
  2. Mürşide tâbiiyet.
  3. Ruhun Allah'a ulaşması; 1.teslim.
  4. Fizik vücudun Allah'a teslimi; 2.teslim.
  5. Nefsin Allah'a teslimi; 3.teslim.
  6. Muhlis olmak, irşada ulaşmak.
  7. İradenin Allah'a teslimi; 4.teslim. 

Allahû Tealâ bu 7 safha 4 teslimi bütün insanlara farz kılmıştır ve 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbesi Kur’ân’ın bütününe tâbi olarak 7 safha ve 4 teslimi yaşamışlardır.

   1-İslâm’ın 1.safhası Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allahû Tealâ tarafından bütün insanlık için farz kılınmıştır.

 30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın. 
 
  • Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dileyerek taguta kul olmaktan kendilerini kurtarmışlardır.           

 39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi). Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

  • Mürşide tâbiiyet farzdır.
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne). Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz. 

Bütün sahâbe kâinatın en sevgili mürşidine; Peygamber Efendimiz (SAV)’e tâbî olmuşlardır. 

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

 60/MUMTEHİNE-12: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne vestagfirlehunnallâh(vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî (peygamber)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana asi olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur (mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).  

  • Allahû Tealâ bu dünya hayatını yaşarken ruhumuzu Allah’a ulaştırmamızı farz kılmıştır.
 89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak! 73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş. 13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar. 

  • Bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırarak hidayete ermişlerdir.
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi). Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri). 

  • Fizik vücudumuzu Allah’a kul etmemiz hepimizin üzerine farz kılınmıştır.
 36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.  

  • Bütün sahâbe fizik vücutlarını da Allah’a teslim etmişlerdir.
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi). Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir. 

  • Nefsimizi Allah’a teslim etmek; daimî zikre ulaşmak hepimizin üzerine farzdır.

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur. İnsan için dördüncü bir hâl yoktur, ya oturuyordur, ya yatıyordur, ya da ayaktadır. Allahû Tealâ bu üç hâlin üçünde de zikirde olmamızı emretmektedir. Kişinin daimî zikrettiği nokta, nefsinin de halis olduğu noktadır. Onlar ulûl’elbab olanlardır (Âli İmrân-191). 

  • Bütün sahâbe nefslerini de Allah’a teslim etmişler ve ulûl’elbab olmuşlardır.

 39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi). Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri). 

  • Muhlis olmak, irşada ulaşmak hepimizin üzerine farzdır. 

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur. 

  • Bütün sahâbe  muhlis olmuşlardır.

 2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, ona muhlis olanlarız (dîni O'na hâlis kılanlarız).” 

  • Kişinin muhlis olduğu nokta aynı zamanda irşada ulaştığı noktadır. 

49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).

Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.

  • İradenin teslimi hepimizin üzerine farzdır.

66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.

  • Bütün sahâbe iradelerini de Allah’a teslim ederek irşad makamının sahibi kılınmışlardır.  

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

3.MÜRŞİD KİMDİR?

İnsanla Allah arasındaki 28 basamaklık yolculukta iki grup insan söz konusudur:  1.Allah’ın Allah’a ulaşma davetine icabet edenler; Allah’a ulaşmayı dileyenler2. Davete icabet etmeyenler; Allah’a ulaşmayı dilemeyenler İrşad yolu (rüşd yolu, hidayet yolu)  sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler içindir. Kim kalben Allah’a ulaşmayı dilemişse o kişi irşad yolunu yol edinmiştir. Bu muhteva içerisinde her devirde kişiyi irşad edecek olan Allah’ın hidayetle vazifeli mürşidleri vardır. Mürşid insanları irşad eden (hidayete erdiren), mürid ise irşad olmayı dileyen murad eden kişidir.  

İrşad eden kişi, evvelâ kendisi irşada ulaşmış olandır. 7 safha ve 4 teslimden oluşan Kur’ân’daki İslâm’ın bütününü yaşamış;  ruhunu, fizik vücudunu, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ederek, Allahû Tealâ tarafından  irşada memur ve mezun kılınmıştır.  

Dünya hayatına dalâlet standartlarında başlayan bütün insanlar için söz konusu olan şey, 7 safha ve 4 teslimden oluşan irşad yolunu yol edinmektir. Kişi serbest iradesiyle kalben Allah’a ulaşmayı dileyip irşad yoluna adım atmamışsa, îmânı ve yaptığı ibadetler dahi onu gayy yolundan kurtaramayacaktır.  

 
  • İrşad yolu hidayet yoludur. Ve hidayet Allah’a ulaşmaktır.

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun). Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (Allah'ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” . Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah'tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.  

  • Allahû Tealâ bütün insanları sadece Kendi Zat’ına davet etmektedir. Kim Allah’ın Zat’ına ulaşmışsa o kişi hidayete ermiştir.

 18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.  

  • Allahû Tealâ hepimizin üzerine Allah’a ulaşmayı dilemeyi farz kılmıştır.
 30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
  
  • Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ onu Kendisine ulaştıracağını dair söz vermiştir.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.  

4.BÖLÜM: ALLAH’A DAVET EDENLER  ve HİDAYETLE VAZİFELİ RESÛLLER  

  1. ALLAH’A DAVET EDENLER- NEZİRLER

 Allahû Tealâ her devirde insanları Allah’a davet eden nezirlerini vazifeli kılmıştır. Kim davetçinin davetine icabet eder de Allah’a ulaşmayı dilerse onlar, kurtuluşa erenlerdir. Allah’a davet etmekle vazifeli olanlar, insanların hidayete ermesine sadece vesile olanlardır. Mehdilik, hidayete erdirme vasfı ise her devirde sadece bir tek kişiye verilmiştir. Nebîlerin (peygamber) yaşadığı devirlerde o devirde yaşayan nebî asaleten devrin imamıdır. Nebîlerin olmadığı fetret devirlerinde Allahû Tealâ’nın velî resûller arasından seçtiği bir kişi vekâleten o devrin imamıdır (Ayrıntılı bilgi için bknz. Nebî ve Resûl kavramları).

Alahû Tealâ A’râf-178 ve Fussilet-33’de hidayete sadece vesile olan davetçilerinden söz etmektedir.

7/A'RÂF-188: Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ mâşaallâh(mâşaallâhu), ve lev kuntu a’lemul gaybe lesteksertu minel hayri ve mâ messeniyes sûu in ene illâ nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
De ki: “Allah'ın dilemesi hariç, ben kendime fayda veya zarar verecek güce malik değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak mü'min olan kavim için bir nezir (uyaran) ve müjdeleyiciyim.   

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır? B.     HİDAYETLE VAZİFELİ RESÛLLER  

  • Her devirde hidayete erdiren bir devrin imamı vardır.  

Allah’a ulaştırma yetkisi nebîlerin (peygamberlerin) olduğu devirlerde asaleten devrin imamı olan nebîye, onların olmadığı devirlerde ise vekâleten devrin imamlığını yürüten velî resûle verilmiştir. (Bknz. Nebî ve Resûl kavramları). Allahû Tealâ tarafından imam olarak tayin edilenler, irşad makamının sahipleri, her devirde mutlaka var olmuştur. Her milletin içinde, bütün devirlerde bir resûl mutlaka yaşar. O resûl, o devirde o ülkenin imamlığını yapar. Bunlar peygamber olmayan resûllerdir.

  • Peygamberlerin olduğu devirlerde peygamberler Allah'a ulaştıran (hidayete erdiren) imamlardır. Allahû Tealâ Enbiyâ-73’de bu konuya açıklık getirmektedir.     

21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne). Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah'a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.  Allahû Tealâ Enbiyâ-73’de “Onları emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık” ifadesini kullanmaktadır. Peygamberler sadece belli kavimlere gönderilmiştir ve aralarında fetret devirleri vardır. Ve doğumdan önce seçilmişlerdir. 

28/KASAS-68: Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr(yahtâru), mâ kâne lehumul hıyarat(hıyaratu), subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Ve seçim hakkı onlara ait değildir. Allah Sübhan'dır (münezzehtir) ve (onların) şirk koştukları şeylerden yücedir.  

Peygamberlerin olmadığı devirlerde, Allahû Tealâ tarafından velî resûller arasından seçilen ve vekâleten görevli devrin imamı Allah'a ulaştıran (hidayete erdiren) imamdır.

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için. 

Buradaki imamın özelliği hidayete erdiren bir imam olmasıdır. Bütün insanlar için hidayete erdiren imamlar vardır. Bir insanın kendi kendine hidayete ermesi mümkün değildir.  Mutlaka mürşidinin yardımına ihtiyacı vardır. Önce kişinin kalben Allah'a ulaşmayı dilemesi gerekmektedir. İşte bu dilek, hidayete ermenin temel adımıdır. İkinci adım ise kişinin hacet namazı kılarak mürşidine tâbî olmasıdır ki, ancak bu noktada kişi için seyr-i suluk başlayacak, ruhu vücudundan ayrılıp Allah’a doğru yola çıkacaktır. Ruhu Allah’a ulaştıran bizatihi Allah’tır (Ra’d-27).  Devrin imamı ise göklerin kuturlarını aşmaya vesile olan bir kılavuzdur, yol göstericidir (Rahmân-33).

Allahû Tealâ Yûnus-47, Âl İmrân-179 ve Cinn 26 ve 27.âyet-i kerimelerinde de hidayete erdiren devrin imamlarından söz etmektedir.

10/YÛNUS-47: Ve likulli ummetin resûl(resûlun), feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne). Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.

3/ÂLİ İMRÂN-179: Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alel gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).” Allah, habis olanı (kötüyü), temiz olandan (mü'min olanı, mü'min gözükenden) ayırıncaya kadar mü'minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü'min olanla mü'min gözükenin bir arada olduğu bir durumda) terk edecek değildir. Ve Allah sizi gayba muttali edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin Allah, resûllerinden dilediği kimseyi seçer (gaybı o resûlüne bildirir). O halde, Allah'a ve O'nun resûllerine îmân edin. Ve eğer âmenû olur ve takva sahibi olursanız, o zaman sizin için "Büyük Ecir" vardır. 

72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehaden.O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz). 

72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadan.Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki…  Her kavimde, her zaman parçasında yaşayan resûller kendi kavimlerinin lisanıyla konuşurlar. Yani zamanın bütün parçalarında, her kavmin içinde mutlaka kendi kavminin lisanıyla konuşan bir resûl mutlaka vardır. 

Her nebî yaşadığı dönemde asâleten devrin imamıdır. Ancak nübüvvet Peygamber Efendimiz’le sona erdiğine göre (Ahzab-40), kıyâmet gününe kadar her devirde risalet göreviyle vazifeli (Allah’ın Resûl’ü) vekâleten devrin imamları vardır.

  

Peygamber Efendimiz (S.A.V) de aşağıdaki hadîs-i şeriflerinde bu konuya açıklık getirmektedir.   

 

“Hikmet sahibi âlimler Resûlullah’ın varisleridir.”

“Hikmet sahibi âlimler insanla Allah arasında elçilik görevini yaparlar.” 

“Benim ümmetimin velîleri Benî İsrail’in Peygamberleri gibidir.” 
“Benden sonra Nebî gelmeyecek ama benden sonra devrin imamları gelecek.”  

Her devirde her kavme gönderilen velî resûller 4 görevle vazifelidirler.

  1. Allah’ın âyetlerini tilâvet ederek tebliğ yaparlar.
  2. Mürşide ihsanla tâbî olanların nefs tezkiyesine vesiledirler.
  3. Kitabın lafzî manasının ötesinde ruhunu öğretirler.
  4. Hikmeti öğretirler.  

Hidayetçiler her zaman parçasında her kavme gönderilmişlerdir. Kıyâmete kadar da bu silsile devam edecektir.

Allahû Tealâ’nın hidayetçisini göndermediği hiçbir zaman parçası ve hiçbir kavim olmamıştır. Her devirde Allah’ın hidayetle vazifeli resûlleri ardı arkası kesilmeksizin o gönderilmişlerdir.

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz'dir, Hikmet Sahibi'dir. 

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık. 

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

13/RA'D-7: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), innemâ ente munzirun ve li kulli kavmin hâd(hâdin).
Ve kâfirler derler ki: “O'nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen, sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde). 

35/FÂTIR-24: İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîrâ(nezîren), ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr(nezîrun).
Muhakkak ki Biz seni, hak ile müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olarak gönderdik. İçinden bir nezir gelip geçmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur. Bütün bu âyet-i kerimeler her zaman parçasında ve her devirde Allah’ın hidayetçilerinin var olduğunu ispat etmektedir. Buna rağmen, günümüz dîn öğreticileri ve İslâm’ın 5 şartını yerine getirmekle yetinenler, Allah’ın hidayetini de hidayetçilerini de inkâr etmektedirler.  Oysaki İslâm’ın 5 şartı ile Kur’ân-ı Kerim’in muhtevası karşılaştırılınca görüyoruz ki, İslâm’ın 5 şartı ile hiç kimsenin kurtuluşa ulaşması mümkün değildir.  

Allahû Tealâ resûllerini hidayetle göndermektedir.

9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen O'dur. 


5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl'ümüz (elçimiz) gelmişti. "Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi" dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir. 

 

  • Hidayetçiye tâbî olmayan herkes dalâlettedir.
 

Allahû Tealâ birçok âyet-i kerimesinde hidayetle vazifeli resûller gönderdiğini ve o resûllere  tâbî olmayanların dalâlette kaldığını açıkça ifade etmektedir.

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin). Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler. 

28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler. 

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

7/A'RÂF-186: Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır). 

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan). Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren). Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır. 

46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler. 

20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.” 

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.  

  • Allahû Tealâ Allah’a ulaştırmaya vesile olacak olan mürşidimizi Allah’tan istememizi hepimizin üzerine farz kılmıştır.

Maide Suresinin 35.âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bizi Allah’a ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan istememizi emretmiştir. 

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne). Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz. 

  • Rahmân-33’e göre bir sultan olmaksızın hiç kimsenin gök katlarını aşması mümkün değildir.  

55/RAHMÂN-33: Yâ ma’şerel cinni vel insi inisteta’tum en tenfuzû min aktâris semâvâti vel ardı fenfuz(fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân(sultânin).
Ey insan ve cin topluluğu! Semaların ve arzın kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye (çıkıp gitmeye) eğer gücünüz yetiyorsa, haydi nüfuz edin (geçip, çıkın)! Bir sultan (bir mürşid) olmaksızın nüfuz edemezsiniz (geçip çıkamazsınız). 

  • Kim Allah’a ulaşmayı diler de hacet namazıyla mürşidini Allah’tan sorarsa, Allah o kişiye mürşidini gösterecektir.

 Bakara Suresinin  45 ve 46.âyet-i kerimeleri bize mürşidimizi nasıl bulacağımızı  da açıkça göstermektedir ki; Nahl-9’a göre sebîllerin (mürşidlerin) tayini Allahû Tealâ’nın üzerinedir. Hiç kimse Allah’a sormadıkça rastgele bir mürşide tâbî olmakla Allah’a ruhunu ulaştıramaz. Herkesin su içeçesi çeşme Allah’ın indinde bellidir. Ve kişi Allah’a ulaşmayı dileyerek 12 ihsanla Allah’ın kendisine gösterdiği mürşide tâbî olduğu takdirde ruhun hidayeti başlayacaktır. 

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi. 

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar. 

  • Fatiha Suresinde Allahû Tealâ’dan istediğimiz Sıratı Mustakîm, başlarının üzerine ni’met verilenlerin yoludur. İşte o ni’met Allah’ın hidayetle vazifeli kıldığı imamlarıdır.
 1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.  
  • Fatiha Suresinde sözü edilen ni’met, Âli İmrân-164’e göre Allahû Tealâ’nın bizleri hidayete erdirmekle vazifeli devrin imamıdır.
  3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.

 

  • Hidayetçiler, Allah’a ulaşmayı dileyen herkes için bir müjdecidir.  Dilemeyenler içinse uyarıcıdırlar.

Allah’ın hidayetle vazifeli resûlleri insanları Allah’a ulaşmayı dilemeye davet ederler.  Bütün resûller Allah’a ulaşmayı dileyenler için bir müjdeleyici, dilemeyen insanlar içinse birer uyarıcıdır. 

4/NİSÂ-165: Rusulen mubeşşirîne ve munzirîne li ellâ yekûne lin nâsi alâllâhi huccetun ba’der rusul(rusuli), ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).
(Onlar) müjdeleyici ve uyarıcı resûllerdir ki, insanların, resûllerden sonra Allah'a karşı (bizi uyaran ve müjdeleyen bir resûl gelmedi diye) hüccetleri (delilleri) olmasın. Ve Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir.  Dünya hayatını yaşayan herkes ahiret hayatı itibariyle iki grupta toplanır. Ya cennetliktirler, ya da cehennemlik. Âyet-i kerimelerde cehennemliklerin, kendi yaşadıkları dönemde, kendilerine yapılan tebliği yalanladıklarını itiraf etmelerinden, cennetliklerin de kendi dönemlerinde kendilerine yapılan tebliği kabul edenler olduğu anlaşılmaktadır.

Öyleyse cehennemlikler tek Allah’a inanmalarına rağmen, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için, gizli şirk sebebiyle, sağır, dilsiz ve kör olarak hayatlarına devam etmişlerdir ve Allah’ın âyetlerini dilleriyle söylemişler ama söyledikleri hiçbir zaman kalplerine inmemiştir.

 
  • Mulk Suresinin 7, 8 ve 9.âyet-i kerimelerinde resûlün Allah’a ulaşma davetini işitmeyen ve davete icabet etmedikleri için cehenneme giden insanlardan söz edilmektedir.

67/MULK-7: İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.  

Kim Allah’a ulaşmayı diler de irşad yolunu seçerse o, cennetle müjdelenmiştir. 

Allahû Tealâ irşad yoluna adım atmanın şartını, kişinin kalben Allah’a ulaşmayı dilemesine bağlamıştır. Allah’a ulaşmayı dilemek farzdır (Rûm-31) ve kim Allah’a ulaşmayı dilemişse o, cennetle müjdelenmiştir.


39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele! 


Bir tek dilek; “Yarabbi! Ben de ölmeden evvel ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur benim de ruhumu Sana ulaştır. Ben de ermiş evliyalarından olayım” şeklindeki bir kalbî dilek,  bütün insanlık için irşad yolunun kapısını aralayan anahtardır.

 

Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi Bakara-257’ye göre Allah, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin dostudur ve ancak onları zulmetten nura çıkarır. Kim Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa onların dostu şeytandır.

 
  • Allah’a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibi olmuştur ve Allahû Tealâ Enfâl-29’da o kişinin günahlarını örteceğini açıkça ifade etmektedir.
 8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir. 

  • Cennet sadece takva sahipleri içindir.
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı. 


O halde görülüyor ki cennete girmenin şartı takva sahibi olmaktır ve ancak Allah’a ulaşmayı dileyenler takva sahibidir.


5.BÖLÜM: MÜRŞİDİN ÖNÜNDE YAPILAN TÖVBE
 


Mürşide tâbiiyetin farz olduğunu ve bundan 14 asır evvel bütün sahâbenin kâinatın en sevgili mürşidine tâbî olduğunu daha evvel ifade etmiştik. Her devirde Allah’ın hidayete erdiren imamlarının varlığını ve tâbiiyet müessesesinin kıyâmete kadar devam edeceğini de âyetlerle ispat etmiştik.

 

Zaman içerisinde dînde, hurafeler, Kur’ân hakikatlerinin yerini aldığı için tâbiiyet müessesesi de ne yazık ki unutturulmuş, insanlar Allah’ın temel emri olan ve ancak mürşide tâbbiyetle gerçekleşebilecek olan ruhun Allah’a ulaşması farziyetinden de men edilmişlerdir.  Oysaki Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde tâbiiyeti farz kılmış (Maide-35), Nebe Suresinin 38. ve 39.âyet-i kerimeleri mürşidin huzurunda yapılan bu tevbe merasimini (tâbiiyeti) de açık ve net bir biçimde tarfi etmiştir.


78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân'ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur. 

Kim Allah’ın tayin ettiği mürşidin önünde tevbe ederse, onun ruhu vücudundan ayrılır ve Allah’a doğru yola çıkar. Allah o kişinin ruhuna meab olur; sığınak olur. 

 

  • Kim Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî olursa Allah onun günahlarına mağfiret eder.  

Mu’min Suresinin 7.âyet-i kerimesine göre, mürşidin huzurunda yapılan tevbede arşı tutan melekler ve devrin imamı, tevbe eden kişi için Allah’tan mağfiret talebinde bulunurlar.

40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: "Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!” 


Allahû Tealâ Nisâ-64’de de mürşidin mağfiret talebiyle, tevbe eden kişinin günahlarının sevaba çevrileceğini ifade etmektedir.


4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).

Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

 

Furkân-70’de tevbe eden kişinin günahlarının sevaba çevrileceğinin çok açık bir göstergesidir.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).

6.BÖLÜM: ALLAH’IN HİDAYETİNİ VE HİDAYETÇİSİNİ YALANLAYANLAR 

Allah’ın hidayetini ve hidayetçisini yalanlayanlar, Allah’a ulaşmayı hiçbir zaman dilemeyecek olanlardır. Onlar, uzak bir dalâlet içerisindedirler ve de akletmeyenlerdir. Allah’a göre akletmeyenlerin dîni yoktur. Akleden kişi 12 ihsanla mürşidine tâbî olacaktır. Tâbî olduğu resûl veya mürşid vasıtasıyla Allah’dan aldığı emirleri vücut ülkesinde tatbik edecektir. Böylece basamak basamak Allah’a yükselecek ve Allah’ın kendisi için vaaz ettiği hedeflere bir bir ulaşacaktır. Fakat günümüz İslâm tatbikatında Allah’a ulaşma dileği yoktur, mürşide tâbî olmak yoktur. İnsanlar İslâm’ın 5 şartı ve diğer birtakım vasıta emirlerle kurtuluşa ereceklerini zannederek, cehenneme doğru yol almaktadır.

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler şirktedir. 

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.  

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler dalâlettedir.

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

6/EN'ÂM-77: Fe lemmâ reel kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay'ı doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.

26/ŞUARÂ-20: Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi. 93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.  

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler fısktadır. 

57/HADÎD-27: Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi’îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînet tebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi fe mâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).Sonra onların izleri üzerine resûllerimizi ardarda gönderdik. Ve Meryemoğlu İsa (A.S)'ı gönderdik ve O'na İncil'i verdik. Ve O'na tâbî olanların kalplerinde refet (şefkat) ve rahmet kıldık. Ve onlar, O'na ruhbanlık ihdas ettiler. Biz, Allah'ın rızasını ibtiga etmekten başkasını onlara farz kılmadık. Oysa O'na hakkıyla riayet etmediler. Böylece onlardan, âmenû olanların ecirlerini verdik ve onlardan çoğu fasıklar

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler tagutun kuludurlar.

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!  

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler küfürdedir. 

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır. 

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldu.

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler tagutun dostudurlar.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne). Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardı.

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin amelleri boşa gider. 

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen). İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.  

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hüsrandadır.

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah'a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.   

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler âyetlerden gâfildir ve gidecekler yer kazandıkları dereceler karşılığı cehennemdir. 

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir). 

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler takva sahibi değildir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir. 

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.   

  • Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hidayette değildir.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”  


SONUÇ:
Bütün bu âyet-i kerimelerden açıkça anlaşılıyor ki, 28 basamaklık İslâm merdiveni, Allah’a ulaşmak üzere; hidayet üzere bina edilmiştir. Hidayete adım atmanın olmazsa olmaz şartı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Hidayete ermek içinse Allah’ın hidayetle vazifeli mürşidlerine tâbi olmamız gerekmektedir. Hiç kimse tek başına Allah’a ulaşma yetkisinin sahibi değildir. Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin mutlaka Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşidin yardımına ihtiyacı vardır (Rahmân-33).


Allah’a ulaşmayı dilemeyi ve Allah’a ulaştıran hidayetçileri inkâr edenlerse uzak bir dalâlet içerisindedirler. Allah onları asla kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaştırmaz.  

  • Allah’a ulaşmayı inkâr edenler kâfirlerdir.

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden). Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan). Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren). Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır. 

  • Lânet onların üzerinedir.
33/AHZÂB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnes sebîl(sebîlâ).
Ve cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi'nden) saptık.

33/AHZÂB-68: Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).
Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle. 

Murat Akgün
Kur'ân'daki İslam » Hurafeler- Bölüm 1: Allah'la Kul Arasına Kimse Girer mi?

 
Üye Girişi
e-posta
Parola
Beni hatırla
 
Araçlar
       
facebook  googleplus  Twitter  Delicious  Digg this